Üsküp

Yağmurdan önce İstanbul’dan ayrıldık. Dilini bilmediğim ülkenin bir türküsünü dinliyorum. İçime damlayan melodiler 7/8’lik. Ezgiler gideceğimiz yerde gökyüzünün mavi olacağını muştuluyor. Ayde Mori, Üsküp’e gidiyoruz.

Vardar Köprüsü

Makedonya’nın başşehri Skopje (Üsküp) bizi gülümseyerek karşıladı. Havalimanının ismi Alexander the great. Büyük İskender’in Makedonya ve hatta tüm dünyaya etkisini tüm gezi boyunca izleyeceğimizi hissediyorum. Alexander, bana “Yağmurdan Önce” filmindeki Makedon fotoğrafçıyı hatırlattı. Filimde “zaman ölmez, çember yuvarlak değildir” diyor yönetmen Manchevski. Zaman akıyor, Balkanlar’da yapacağımız altı günlük gezide biz çemberi tamamlamayı başaracak mıyız? Pasaport kontrolde vizesiz geçişimizi hızlıca yaptıktan sonra, atalarımızın çok uzun süre egemenlik kurduğu, ormanı bol, tepeleri yüksek Balkanlar’a “zdravo” (Makedonca merhaba) diyoruz.

Üsküp Havaalanı Alexander the Great Airport

Otobüsle, 18 km ötedeki Üsküp’e gidiyoruz. Başşehir ile bir tanışıklığımız olmalı. Kendimi buralara hiç yabancı hissetmiyorum. Osmanlı dönemi evler, camiler, medreseler. Sanki,   annemin memleketi Tokat’ta gibiyiz. İsa Bey Camii ilk durak yerimiz. Avlusunda, cüsseli gövdesinin ve yemyeşil yapraklarının gölgesinden onur duyan, mağrurca zamana direnen asırlık bir çınar ağacı var. 14. Yüzyılda yapılmış olan Sultan Murat Camii ise avlusundaki saat kulesi ile Üsküp’ün simgelerinden biri. Saat, ticari hayatı dengede tutmak, namaz vakitlerini ahaliye tam zamanında hatırlatmak için Maceristan’dan getirtilmiş. Camii avlusundan Vodno Dağı’nı görebiliyoruz. Dağın tepesine, 2001 yılında “milenyum” hatırası olarak Avrupa Birliği’nden alınan krediyle yaklaşık 50 metre yüksekliğinde bir haç dikilmiş. Haçı çok uzakta olmamıza rağmen görebiliyoruz. Memleketini bizlere güzel Türkçesi ile anlatan Makedon Türkü Liman, Vodno Dağı’ndaki haçın kentte Makedonlar’la Müslümanlar arasındaki ayrımı tetiklediğini söylüyor. İşte ilk bu an hissediyorum, etnik farklılıkları, iç savaşın etkilerini.

Murat Cami saat kulesi
Milenyum Hatırası Büyük Haç
Murat Cami

Kuleden, Türk Çarşısı’na doğru yürürken iki Makedon kız çocuğu “Mastika, mastika” diye sesleniyorlar. Tek bildiğim;

ooo mastika mastika,

ooo sigarası malbora,

alayım kızıma bir kutu boya,

boyasın kendini boydan boya.

adlı şarkı. İçimizden biri sakız uzatınca anladım. Mastika sakız demekmiş. 

Mastika isteyen tatlı Üsküplü kızlar

Türk Çarşısı’nda, en fazla iki veya üç katlı, ahşap pencereli dükkanlar var. Sanki,  Anadolu’nun bir küçük kasabasında dolaşıyoruz. Pazar günü olduğu için dükkanların birkaçı hariç hemen hemen hepsi kapalı. Tabelalardan bazısı Türkçe. Rumeli Kahvehanesi, Şahinler Export İmport, Malatya Dönercisi bunlardan birkaçı. Türkçe sorulara, Türkçe cevap almak yürüyüşümüze bile yansıyor. Ahali, itimat duyduğumuz bizim hısımlar. Gülümseyerek geçiyoruz hanlara, hamamlara. Sulu Han ve Kurşunlu Han’ı gezdikten sonra, Çifte Hamam’ı görüyoruz. Hamamlar artık resim galerisi olarak kullanılıyormuş. Bende zaman ölmez ama hapsedilir diye düşünüp deklanşöre basıp duruyorum… Fotoğraf makinemin içine anı hapsediyorum. Anı kalıyor.

Çarşı’dan sonra Üsküp’ü ortadan ikiye birleştiren ya da bölen Vardar Köprüsü’ne yürüyoruz. Taş Köprü’ye vardığımızda, köprünün doğu ayağında Slav dillerinin yazımında kullanılan, Kiril Alfabesi’nin babası olduğu rivayet edilen, Ortodoks rahipleri Kiril ve Metodius’un heykelleri ile selamlaşıyoruz. Liman, bu heykellerin neden yapıldığına anlam veremediklerini, Makedonların kendilerine nispet yaptıklarını söylüyor. Bir an tereddütte kalıyorum. Liman Makedon değil mi? Öyle ise bahsettiği Makedonlar da kim ? Mihmandarımız Burak’a soruyorum. Çok gizli bir bilgi verir gibi sessizce:  “Liman, Müslüman ve Türk asıllı” diyor. Etnik ayrılığı ikinci kez hissediyorum. Köprü 220 metre uzunluğunda. Uzak bir mesafe değil ama Doğu Üsküp ile Batı Üsküp birbirinden ne kadar ırak.

Kiril ve Metodius’un heykelleri

Taş Köprü’nün altından türkülere konu olmuş Vardar Nehri akıyor. Makedonya’da doğan nehir yolculuğunu Ege Denizi’nde tamamlıyor. Köprü’de yürürken hepimizin dudaklarında aynı türkü:

Mayadağdan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar
Yarimin yüreği sızlar
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam

Vardar ovası, vardar ovası
Kazanamadım sıla parası

Bu türkü, Balkanlar’da 500 yıl hükümdarlık sürecek Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Anadolu’ya kendi isteği ile giden ya da zorla götürülen Rumeli Halkının sıla hasretini anlatır. Ucu yanık bir türküdür. Vardar, köprünün altında türküye eşlik edercesine hızla, bulanık akıyor. Aslında rengi, doğu ve batı kıyısındaki durumu anlatır gibi arada bir renk. Arada kalmış, tam arada, kendi gibi.

Doğu ile Batı arasında, Müslüman ile Ortodoks olmak haricinde ekonomik anlamda fakir ve zengin olma durumu da var. Doğu aciz, batı variyetli. Batı kıyısına geçtiğimizde modern bir şehir ile karşılaşıyoruz. Doğu’da Osmanlı kaldı, batıda modernizm var. Bundan ötesi Vardar’ın iki yakasında da inşaatlar yükseliyor. Üsküp’ün kalbi yeniden tamir ediliyor. Bir nevi by-pass operasyonu. Üsküp’e yeni damarlar takılması için eski damarlar değiştiriliyor. Üsküp 2014 projeleri her iki halkı birleştiren çalışmalar olması halinde başarılı olur. Geçmiş ve bugün birleşirse yarın olur.

Köprüyü geçtikten sonra yolumuz çok büyük bir meydana çıkıyor. Dame Gruev ve Goçe Delçev’in atlı heykelleri dikilmiş. Meydan sağlı sollu kafeleri kucaklıyor. Her iki yanında da ağaçlar olan ve Eskişehir’i anımsatan araçsız caddeyi takip ediyoruz. Caddenin sonunda 1963 Depreminde yerle bir olan tren istasyonu ile karşılaşıyoruz. Yeni tren istasyonu şehrin başka bir yanına inşa edilmiş ama eski istasyon müze olarak zamana ayak diriyor. İstasyonda bulvarın her yerinden görülebilen büyük bir saat var. Saat,  deprem anına asılı kalmış, çalışmıyor. Hep “o anı” hatırlatıyor. 5.16…

Gruev ve Goçe Delçev’in atlı heykelleri
Eski tren istasyonu

İstasyonunu arkamıza alarak taş köprüye dönüyoruz. Karnımızı doyurma vakti geldi. Türk Çarşısı’nda yemek yiyeceğiz. Yürürken, Üsküp 2014 projesinin bir parçası olan heykelleri görüyoruz. Her köşede bir yontu.  Modern bir şehir kurma telaşı bir parça karmaşaya neden olmuş gibi.

Taş Köprü’den geçerken, günün utana sıkıla, kızara bozara çekingen tavırlarla ama istekle Vardar’a girişini gördük. Vardar güçlü kolları ile gündüzü sardı sarmaladı, aldı götürdü. Akşam, zarif bir devinimle Üsküp’ü selamladı.

Çarşının tam orta yerinde, asma yapraklarının altında,  “TYPNCT (Turist)” isimli küçük bir esnaf lokantası var. Kiremitte fasulye siparişimizi verdik. Fasulyeler küçücük, üzerinde de İnegöl Köftesi’ni anımsatan köfteler var. Yemeğin yanında mutlaka Balkanlar’ın vazgeçilmezi kırmızıbiber getiriliyor. Biberi ya çok az yağ ile közlüyorlar ya da sirkeli olarak turşu gibi sunuyorlar. Bir de fasulyenin üzerine serptiğimiz tatlı acı dediklerinden pul biber var ki, bizim isot ile yarışır. Garsona işaret edilerek havaya iz bırakmadan atılan imzanın, dünyanın her yerinde “hesap lütfen” anlamına geldiğini bir kez daha anlıyorum. Bazen bakış, bazen bir hareket dilimiz olabiliyor. Hesap vermeye gelindiğinde, hesaplar biraz karışıyor. EUR resmi para birimi değil ama Dinar ile birlikte kullanılıyor. 1 EUR karşılığı 61 Dinar. Yediklerimiz içtiklerimiz 840 Dinar tutuyor. 50 EUR veriyor, bakiye için Dinar alıyoruz.

Akşam,  kara kedi misali ortalıkta koşuştururken, eski çarşı sokaklarında yürüdük. Rumeli Kahvehanesi’nde Galatasaray’ın maçını izleyen gençlerin Türkçe tezahüratı, bir barda yankılanan Serdar Ortaç şarkıları evimizde olduğumuz hissini uyandırdı. Cafe Mister Michel’den yukarı doğru çıktığımızda Üsküp Kalesi’nin aydınlatılmış yüzü ile karşılaştık. Geceye ve Üsküp’e kadeh kaldırmak istedik.

Ayde vino piyam, nepara go piyam

Ayde na rakiya, moşne sum merakliya

Türküde söylendiği gibi, “şarap içerim öylesine, aslında rakının tiryakisiyim”

Şerefe Makedonya, şerefe Üsküp…

Bu yazıyı beğendiyseniz paylaşabilirsiniz..